Hz Ömer; Adelet, Farukul Azam, Emirel Müminin 2.Halife

Resûlullah (a.s.m.) İslam’ın kuvvetlenmesi ve Müslümanların zulüm ve işkenceden kurtulması için çareler arıyordu. Bu maksatla, bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a hicret etmesine izin veriyordu. Müşriklerin bir araya toplanıp Resûlul- lah’ın vücudunu ortadan kaldırma kararı aldıkları günlerdi… Müslümanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Resûlullah (a.s.m.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer’den birinin Müslüman olması için Allah’a duada bulundu ve şöyle niyaz etti:

“Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab’la kuvvetlendir!”

Ne gariptir ki, bu iki Ömer’den biri olan Ömer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil, Resûlullah’ı öldürecek olana 100 deve vaat ederken, Ömer bin Hattab da bu teklifi kabul edip Resûlullah’ı öldürmek üzere yola çıkıyordu…
Bütün hiddet ve şiddetini üzerinde toplamış, gidiyordu. Yolda yeni Müslüman olmuş Nuaym’a rastladı.
Nuaym:

“Nereye gidiyorsun böyle, ey Ömer!” dedi. Hz. Ömer celalliydi:
“Kureyş’in arasına yeni din icat edip ayrılık düşüren Muhammed’in vücudunu ortadan kaldırmaya!” cevabını verdi. Nuaym:
“Ey Ömer,” dedi, “kız kardeşin ve enişten de onun dinine girdi. Ondan haberin var mı? Sen önce onları o dinden döndür.”
Ömer bir şaşkınlık ve tereddüt geçirdi. Sonra hışımla yolunu değiştirdi ve doğruca eniştesinin evine yöneldi.
Ömer bin Hattab, kız kardeşinin evine gelince kapıda durdu ve içerden yanık sesle eniştesinin Kur’ân okuduğunu işitti. Hızla içeri daldı. Eniştesi ve kız kardeşi, okudukları Kur’ân sayfasını hemen sakladılar. Ömer:
“Getirin bakayım okuduğunuzu!” dedi.
“Yok bir şey!” dediler. Ömer öfkeyle:
“Demek duyduğum doğruymuş, siz de ona uymuşsunuz!” dedi. Hemen arkasından eniştesinin yakasından tutup yere yapıştırdı! Kocasını kurtarmak isteyen kız kardeşi Fâtıma’yı, indirdiği darbelerle kanlar içinde bıraktı. Kız kardeşi hem ağlıyor, hem de Kelime-i Şehadet getirerek Müslümanlığını ilan ediyordu.
Bu acıklı manzara birden Ömer’in öfkesini dindirdi. Gazabının yerini bir acıma aldı. Yumuşak bir sesle:
“Getirin bakalım okuduğunuzu.” dedi. Fâtıma (r.anha) ondan, önce temizlenmesini istedi. Sonra da Tâhâ Sûresi’nin başından okumaya başladılar.
Kur’ân okundukça Ömer’in kalbinde dalgalanmalar oldu. Kur’ân’ın belagatı kalbine ılık ılık akmaya başladı. Daha fazla dayanamadan:
“Bu ne tatlı bir kelam!” dedi. Resûlullah’ın nerede olduğunu sorup öğrendi ve doğruca Dâr’ül-Erkam’ın evinin yolunu tuttu.
Resûlullah o sırada sahabilerle sohbet ediyordu. Hz. Hamza, Ömer’in gelişini gördü. Sahabiler endişeye kapıldı! Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) hiç telaş göstermeden:
“Bırakın gelsin.” buyurdu.
Hidayet güneşinin cazibesine kapılan Ömer, Kelime-i Şehadet getirip Müslüman olduğunu ilan etti. Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabiler sevinçle tekbir almaya başladılar. Resûlullah’ın bir gün önce iki Ömer’den birinin Müslüman olması için yapmış olduğu dua kabul olmuştu…
Hz. Ömer, 40’ıncı Müslüman’dı. Artık o, cesaret ve kahramanlığını İslam davası uğrunda kullanacaktı.

“Hz. Ömer’in ilmi terazinin bir kefesine, yeryüzündekilerin ilmi de öteki kefesine konsa, Ömer’in (r.a.) ilmi ağır basardı. O, aramızda Allah’ı en iyi tanıyan, Allah’ın kitabını en güzel okuyup anlayan ve dinde derin anlayış sahibi olan- dı. Hz. Ömer takva, ihlas ve ibadette de zirvedeydi. Bilhassa geceleri namaz kılıp gündüzleri oruç tutmayı pek severdi.

Hz Ömer ve Çoban Cocuk

Hz. Ömer (r.a) bir gün çölde koyun otlatan bir çobanın yanına gitti… Baktı ki çoban 10-12 yaşlarında bir çocuk.Aralarında şöyle bi konuşma geçti.
– Bana şu koyunlardan biraz süt verir misin? Çocuk tebessümle cevap verdi:
– İşte buna imkân yok… Hayır! Veremem…

– Ama niçin?
– Şunun için ki bu koyunların sahibi ben değilim bunları ücretle güdüyorum. Efendim bana sütü ne yaptığımı sorar… – Koyunun sütü yoktu veya döküldü der, efendini kandırırsın!
Çocuğun yüzünde birden celâl şimşeği belirdi ve hiddetle sesini yükseltti:
– Ben belki efendimi bu sözlerle aldatabilirim… Ya sonra? Her an her hâlimize vâkıf olan ve şu anda da konuşmalarımızı işiten Rabbimi nasıl kandırabilirim. O’na nasıl cevap verebilirim? Söyler misin?
Çünkü ben O’nun kuluyum ve O’na döneceğiml…
Hazret-i Ömer radiyallâhu anh’ın gözleri yaşlarla doluverdi… Tam istediği gibi birini bulmuştu.


Peygamberlik güneşinin kâinatı aydınlatmasının üzerinden altı yıl geçmişti. Şirk ile tevhid arasındaki mücadele her geçen gün daha da artıyordu. İman safına geçenlerin sayısı arttıkça, müşriklerin baskı ve zulümleri de o nispette artıyordu. Resûulllah (a.s.m.) İslam’ın kuvvetlenmesi ve Müslümanların zulüm ve işkenceden kurtulması için çareler arıyordu. Bu maksatla, bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a hicret etmesine izin veriyordu. Müşriklerin bir araya toplanıp Resûlullah’ın vücudunu ortadan kaldırma kararı aldıkları günlerdi…

Müslümanlar ibadetlerini gizli olarak yapıyorlardı. Henüz Müslüman olanların sayısı 40’a ulaşmamıştı. Resûlullah (a.s.m.), müşrikler arasında bulunan, güçlü kuvvetli ve halk arasında itibarlı iki Ömer’den birinin Müslüman olması için Allah’a duada bulundu ve şöyle niyaz etti: “Allah’ım! İslam’ı Ebû Cehil bin Hişam veya Ömer bin Hattab’la kuvvetlendir!” Ne gariptir ki, bu iki Ömer’den biri olan Ömer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil, Resûlullah’ı öldürecek olana 100 deve vaat ederken, Ömer bin Hattab da bu teklifi kabul edip Resûlullah’ı öldürmek üzere yola çıkıyordu…

O Ömer ki, cesaret ve şecaatiyle Kureyş arasında nam salmıştı. Dediğini yapar ve kendisine hiç kimse mâni olamazdı. Kılıcını kuşanıp Resûlullah’ı öldürmek üzere yola çıktı. Bütün hiddet ve şiddetini üzerinde toplamış, gidiyordu. Yolda yeni Müslüman olmuş Nuaym’a rastladı. Nuaym:
“Nereye gidiyorsun böyle, ey Ömer!” dedi. Hz. Ömer celalliydi: “Kureyş’in arasına yeni din icat edip ayrılık düşüren Muhammed’in vücudunu ortadan kaldırmaya!” cevabını verdi. Nuaym: “Ey Ömer,” dedi, “kız kardeşin ve enişten de onun dinine girdi. Ondan haberin var mı? Sen önce onları o dinden döndür.” Ömer bir şaşkınlık ve tereddüt geçirdi. Sonra hışımla yolunu değiştirdi ve doğruca eniştesinin evine yöneldi. Ömer bin Hattab, kız kardeşinin evine gelince kapıda durdu ve içerden yanık sesle eniştesinin Kur’an okuduğunu işitti. Hızla içeri daldı. Eniştesi ve kız kardeşi, okudukları Kur’an sayfasını hemen sakladılar. Ömer:

“Getirin bakayım okuduğunuzu!” dedi. “Yok bir şey!” dediler. Ömer öfkeyle:
“Demek duyduğum doğruymuş, siz de ona uymuşsunuz!” dedi. Hemen arkasından eniştesinin yakasından tutup yere yapıştırdı! Kocasını kurtarmak isteyen kız kardeşi Fâtıma’yı, indirdiği darbelerle kanlar içinde bıraktı. Kız kardeşi hem ağlıyor hem de Kelime-i Şehadet getirerek Müslümanlığını ilan ediyordu. Bu acıklı manzara birden Ömer’in öfkesini dindirdi. Gazabının yerini bir acıma aldı. Yumuşak bir sesle: “Getirin bakalım okuduğunuzu.” dedi. Fâtıma (r.a) ondan, önce temizlenmesini istedi. Sonra da Tâhâ Sûresi’nin başından okumaya başladılar.
Kur’an okundukça Ömer’in kalbinde dalgalanmalar oldu. Kur’ân’ın belagatı kalbine ılık ılık akmaya başladı. Daha fazla dayanamadan: “Bu ne tatlı bir kelam!” dedi. Resûlullah’ın nerede olduğunu sorup öğrendi ve doğruca Dâr’ül-Erkam’ın evinin yolunu tuttu.

Resûlullah o sırada sahabilerle sohbet ediyordu. Hz. Hamza, Ömer’in gelişini gördü. Sahabiler endişeye kapıldı! Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) hiç telaş göstermeden: “Bırakın gelsin.” buyurdu.
Hidayet güneşinin cazibesine kapılan Ömer, Kelime-i Şehadet getirip Müslüman olduğunu ilan etti. Peygamber Efendimiz ve orada bulunan sahabiler sevinçle tekbir almaya başladılar. Resûlullah’ın bir gün önce iki Ömer’den birinin Müslüman olması için yapmış olduğu duakabul olmuştu… Hz. Ömer, 40’ıncı Müslüman’dı. Artık o, cesaret ve kahramanlığını İslam davası uğrunda kullanacaktı. “Ne duruyoruz?!” dedi, “Gidip Kâbe’de açıkça ibadetimizi yapalım.” Resulullah, sağında Hz. Ömer, solunda Hz. Hamza olduğu hâlde Kâbe’ye yöneldi. Bu manzarayı gören müşrikler şaşırdılar. Bazıları Hz. Ömer’in onları teslim aldığını sandı. Fakat Ebû Cehil durumu fark etti: “Hayır,” dedi, “bu geliş başka geliş, Ömer’i de kaybettik!” diye hayıflandı. Gerçekten de biraz sonra Hz. Ömer onların önünde durdu ve: “Kimse yerinden kımıldamasın, yoksa boynunu vururum!” diye haykırdı. Müşrikler donup kalmışlardı. Hiçbir şey diyemediler. Böylece, Müslümanlar ilk defa açıktan açığa Kâbe’de namaz kılmaya başladılar. O zaman Resul-i EkremEfendimiz, Hz. Ömer’e, hak ile batılın arasını ayıran manasına “Fâruk” unvanını verdi. Hz. Ömer’in Müslüman olması sadece müminleri değil, gökteki melekleri bile sevindirmişti! Nitekim az sonra Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimize (a.s.m.) gelerek: “Gök ehli, Ömer’in Müslüman oluşunu birbirine müjdeliyorlar!” dedi.

Peygamber (a.s.m.) sohbetinden ve Kur’an güneşinden nur alan Hz. Ömer’in kabiliyetleri birden parlayıverdi. İslam tarihinde “adaletin timsali” olarak anıldı.

Hz. Ebubekirden sonra halife seçilerek müslümanların ikinci halifesi oldu. Artık bundan sonra Hz. Ömer’in gözlerine uyku girmez oldu. Müslümanların bütün yükünü üzerinde hissetmeye başladı. Gece gündüz demeden çalışıyor, ümmetin işlerini eksik bırakmamaya gayret ediyordu. Öyle ki, Fırat Nehri kenarında bir koyun kaybolsa, onun hesabını dahi Allah’ın kendinden soracağına inanıyordu. Hz. Ömer, yasakladığı bir şeyi evvela kendi nefsine ve aile efradına tatbik ederdi. Hattâ o kadar ki, hemen aile efradını çağırır ve onları şöyle ikaz ederdi: “Ben şu şeyi yasakladım. İçinizden kimin bunu yaptığını duyarsam, onu, başkalarına vereceğim cezanın iki misliyle cezalandırırım!”

*****

Onun adaletini gözler önüne seren bir başka misal:
Bir gün Halife Ömer, bir sahabiyle arasında çıkan ihtilaf sebebiyle hâkimin huzuruna çıktı. Hâkim, büyük sahabilerden Zeyd bin Sâbit’ti (r.a.). Zeyd’i bu vazifeye tayin eden de halifenin kendisiydi.
Zeyd bir an kendini halifenin ağırlığı altında hissedip “Şöyle buyurun.” diyecek oldu. Hz. Ömer hiddetlendi. Oraya bir davalı olarak gidiyordu. Hâkimse, kendisine ayrı bir yer gösteriyordu. Ömer (r.a.), parmağını hâkime doğru çevirerek şu ibretli ikazda bulundu:
“Huzurunda halife ile halktan birisi eşit olmadığı müddetçe, sen bu makama layık olamazsın! Hâkim, vazife başında iken halifenin değil, Allah’ın emrini ve hükmünü yerine getirmelidir.”
Müslüman olsun olmasın, Hz. Ömer’in yanında herkes rahatlıkla hakkını arayabilir, şikâyetini dile getirebilirdi. Hattâ gerektiğinde valileri bile kendisine şikâyet edebiliyorlardı. Hz. Ömer, şikâyetin kimin hakkında yapıldığına değil, haklı olup olmadığına bakardı.

*****

Hz. Ömer, hilafeti zamanında sık sık Medine sokaklarında dolaşır, halkın durumunu kontrol eder, ihtiyaç sahiplerini tespite çalışırdı.
Bir gece dolaşırken bir evden çocuk ağlamaları işitti. Eve yaklaştı, kapıyı çaldı. İçerden yaşlı bir kadın çıktı. Hz. Ömer, çocukların niçin ağladığını sordu. Kadın, iki günden beri aç olduklarını, bundan dolayı ağladıklarını, onları avutup uyutmak için boş tencereyi karıştırıp durduğunu söyledi.

Hz. Ömer bu cevap üzerine irkildi. Kadıncağıza:
“Biraz bekle, ben hemen geliyorum.” dedi.
Hemen koşup bir miktar un ve yağ sırtladı. Hizmetçisi de yanındaydı. Torbayı taşımak için ısrar ettiyse de, Hz. Ömer: “Kıyamet günü benim yükümü de taşıyacak mısın?” diyerek onun isteğini reddetti.
Kadıncağızın evine vardığında Hz. Ömer nefes nefeseydi. Hemen yemek yaptı, çocukların karnını doyurdu. Çocuklar sevinç içinde gülmeye, oynamaya başladılar.
Bunu gören Hz. Ömer, kalbi rahatlamış olarak oradan ayrılırken, kadıncağızın:
“Allah senden razı olsun! Ömer’in makamına asıl sen layıksın.” dediğini işitti. Kadın, gece karanlığında gelenin halife olduğunu fark edememişti.

İslamın Şerefi Yetmez mi?

Hazret-i Ömer hilafeti zamanında, Şam şehrine gitmek icap etmişti. Eshab-ı güzinden bir cemaati de yanlarına alıp, Medine’den yola çıktılar. Hazret-i Ömer’in bir deveden başka bineceği yoktu. Mugire adlı bir köle vardı. Bir saat Hazret-i Ömer o deveye binerdi, bir saat de Mugire binerdi. Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek sırası Mugire’de olup, o biniyordu. Eshab-ı güzin, Hazret-i Ömer’e gelip, efendim, bu saatte deveye siz binseniz dediler. Hazret-i Ömer, önce sıra benimdi, bu saat sıra Mugire’nindir. Deveye niçin ben bineyim diye sordu.

Eshab-ı güzin, Şam şehrine girilecektir. Şam şehrinin bütün ileri gelenleri, sizi karşılamaya gelirler. Onlar atlı, siz halife iken yaya yürümek münasip olmaz. Lütfunuzdan ümit ederiz ki, ricamızı makbul tutup, red etmeyiniz dediler. Hazret-i Ömer huzursuz olup, siz bu evhamdan kurtulmadınız mı? Bize İslam şerefi yetmez mi! İslam dininden daha büyük ve şerefli bir nimet var mıdır! Bu nimeti ve bu izzeti Allahü teâlâ bize ihsan etti. Dini İslam tacını başına koymak, kime müyesser olmuştur. Resulullahın getirdiği İslam elbisesini arkamıza giydirdi. Kelime-i şehadeti dilimize çırağ eyledi. Kur’an-ı azim ile kalbimizi münevver etti. İslamiyet’in kadrini acaba niçin anlamamışsınız ki, kendinizi halka, at ile, elbise ile göstermek istersiniz. Yalnız Habib-i ekremin ümmeti olmak şerefi bize yetmez mi, diye cevap verince, kimse bir şey diyemedi.

Bizi Bekleyen Bu Zat Kimdir

Hazret-i Ömer zamanında bir kervan, gece vaktinde Medine’ye geldi. Kervandakilerin hepsi kâfirdi. Konakladıkları gibi hepsi uyudular. Zira yorulmuşlardı. Hazret-i Ömer nöbetçi, koruma bırakmadan hepsinin uyumuş olduğunu görünce, bunların malları çalınırsa ben mesul olurum endişesiyle Abdurrahman bin Avf’ın yanına vardı.
Ya Emir-el müminin! Bu vakitte ne işe geldiniz deyince dedi ki, ya Abdurrahman! Bir kervana uğradım. Konmuşlar ve hepsi uyumuşlar. Korktum ki, malları çalınır. Bunlar bize sığınmış oldular. Bana muvafakat et, varalım, onları bekleyelim.

İkisi varıp beklediler. Sabah vakti oldu. Hazret-i Ömer (Es-salat, es-salat) deyip, seslendi. Uyandılar. Hazret-i Ömer, Bir daha böyle hiçbir yerde tedbirsiz (nöbetçisiz) uyumayın buyurdu ve dönüp, mescide geldi. Kervan halkından birisi, onun arkasından gitti. Karşılaştığı birisine Hazret-i Ömer’i kastederek, bizi sabaha kadar bekleyen bu zat kimdir diye sordu. Müslümanların halifesi, emir-ül müminin Ömer’dir cevabını aldı.

O kişi varıp kervan halkına, bizi sabaha kadar bizzat bekleyen şahıs, Müslümanların halifesi Ömer’miş dedi. Kendi dinlerinde olmayanlara şefkat ve merhameti böyle ise ya Müslümanlara nasıldır! Demek ki, onun dini hak dindir dediler. Hepsi kalkıp, Hazret-i Ömer’in huzuruna geldiler ve Müslüman oldular.

Dit bericht is gepost in Genel. Bookmark de link.

Geef een reactie

Het e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *